1 Ekim 2009 Perşembe

yol

Hayatlarımızda karşılaştığımız insanların tek bir ortak noktası var, hepsi bir yerden geliyor, bir yere gidiyorlar. Bu insanları birbirinden ayıransa kiminin gittiği yere doğru giderken daha kendinden emin yürümesi, adımlarını atarken kah yeri, kah yüreğimizi titretmesi, kimininse gittiği yerden emin olmaması, bu emin olamama halinin adımları üzerindeki yansımasının da ağır aksak, özensiz, gevşek adımlar olması. Öyle gevşek adımları ki kendileri takılıp düşer ya da düşmenin eşiğinden dönüp dururlar, kendileri düşmediklerinde de size bir çelme takmaları işten bile değildir. Çünkü bu türler kendinden emin olmadıklarında başkası da şaşırsın ister, çünkü kendi rotaları yoksa herkes kaybolsun ister, çünkü kendileri mutlu değilse, herkes umutsuzluğa düşsün ister. Acı çeksin istemez belki, çünkü umutsuzluk her zaman acıdan daha acıdır.
Otobüslerin camına, trenlerin camına, vapurların demirine dayanıp ufuklara, uzaklara bakar insan yolda. Şanslıysa denize, gökyüzüne bakarak sürdürür yolculuğunu, yerlerdeki çizgilere takılır gözü, yolun kenarında arada görünüp sonra küçülerek kaybolan insanlara, hayvanlara. Ya da şanssızlıktan veya kendini mecbur ettiğinden karanlık duvarlara ya da başkalarının suratlarına bakarak sürdürür yolculuğunu. O zaman yol kenarında küçülen insanları, hayvanları, hava yavaştan kararmaya koyuldukça ışıkları keskinleşen direkleri görmez, başkalarının suratlarında kendini arar, karanlık duvarlara çarpa çarpa içi kararır.
Yola çıkmak, yolda olmak hep güzeldir. Denize bakmak gibi, uzaktaki kara parçalarındaki ışık kümeleri gibi. İnsan ne zaman başladığını bilemez her zaman yolculuğunun, ama denize mi bakıyor, karanlık duvarlara mı, bunu hep bilir.

İzleyiciler