28 Temmuz 2009 Salı

bu şehir bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor...

İstanbul'a ilk defa gündüz gözüyle kuş bakışı bakıp, boğaz köprüsüne selam verdikten sonra adaların üzerinden süzülerek toprağa ayak bastığım an heyecanlandım. Berlin'i terk etmeden birkaç saat önce Hrabar "hadi artık gidelim" dediği an ayak uçlarımdan beynime doğru yükselen heyecan gibi tıpkı. Sonrası böyle perde gibi inen bir sıkıntı, ne yapacağını bilememe, yerleşmeye çalışma, yorulma hali. Sonra babamın yemek sonrası yürüyüş teklifi ve bu şehrin benle dalga geçmesi.

Evimizin birkaç sokak ilerisinde Ataşehir Belediye'sinin düzenlendiği şenlik nedeniyle kurduğu panayır alanında yürürken, orada bulduğum ve sevdiğim karmaşayı bir süreliğine burada da bulmam. İnsnalar farklı evet, kısacık etekli kızlar yok, ellerinde bira sigara gezen kadınlar yok, farklı kadınlar var burada. Ama var işte. Dernekler sıralanmış yan yana, Sivaslılar, Hopalılar, Che posterleriyle süslü bir masa, Atatürkçü Düşünce Derneği, daha bir sürü... Lunaparkta eğlenen insanlar, oturmuş bir şeyler yiyen aileler, çayını yudumlayıp etrafı süzen delikanlılar. Ortalıkta koşuşturan çingene çocuklar. Karnival der Kulturen'in başka bir biçimiydi karşımdaki. Keşmekeşini sevdiğimi düşündüğüm İstanbul beni en keşmekeşinden bir sahneyle karşıladı, ama bu kez her şey bir harmoni içinde. İçime doğan o güzel hissi doğrularcasına adeta. Bu kez ben gelmedim, İstanbul beli çağırdı.

Hiç yorum yok:

İzleyiciler